Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Manisa İl Müftülüğü 2022 Ramazan Sayfası-28

0

MANİSA -MEDYA 29.04.2022 00:14:30 3552 0
 Manisa İl Müftülüğü 2022 Ramazan Sayfası-28


Manisa İl Müftülüğü 2022 Ramazan Sayfası
Hazırlayan: Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi



29.04.2022 Cuma (28 Ramazan 1443)

Günün Ayeti:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. 'Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru' derler.” (Âl-i İmrân, 3/ 190-191)

Günün Hadisi:

“Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.”
(Buhârî, Deavât, 66)


Günün Duası:

“Allah’ım! Rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sürekliliğini, her türlü günahtan uzak ve selim olmayı, her türlü iyilik ve nimetleri, cennete girerek felaha ermeyi, yardımınla cehennem ateşinden kurtulmayı istiyorum.” (el-Hakim, Deavât, 1925)

Günün Makalesi:
                                                                                                         
HAK VE ADALET  / İsmail ÇAKMAK / Alaşehir İlçe Vaizi

            Bütün insânî güzellik ve mükemmelliği ihtivâ eden ve insanı ruhi açıdan zirvelere taşıyan İslâm ahlâkı, hak ve adâlette de müstesna bir yere, sarsılmaz bir temele sahiptir. Çünkü insanlığın huzûru, ancak hak ve adâleti yerine getirmekle temin edilebilir.
            En genel tanımıyla adalet, herkese ve her şeye hak ettiği şekilde muâmele etmek, doğru hüküm vermek, dengeli ve ölçülü davranmaktır. Buna göre bir kimseye hak ettiğinden fazla vermek, başkalarının hakkını çiğnemek olduğu gibi, eksik vermek de, hakkı gasbetmek, yâni adâleti ihlâl etmektir. Gerçek mü’minler, böyle bir günah işlemekten Allaha sığınırlar. Yani mü’min, vicdânen, her hak sahibine hak ettiğini vermek zorundadır. Zîrâ İslâm, hayatın her safhasında kişinin kendi alayhine de olsa âdil davranmasını emretmektedir. Şurası bir gerçek ki, Allâh’ın râzı olduğu şekilde yaşamak, ancak hak ve adâlet dengesine riayet etmekle mümkün hale gelir. Özetle adâlet mefhumu, ilâhî emir ve yasakların merkezindedir. Dolayısıyla bu da, mü’minin önce Yaratıcısına sonra bütün yaratılmışlara, sonra da kendi nefsine karşı âdil davranmasını gerektirir.
Kuranı Kerimde bu konuyla alakalı çok çarpıcı bir ayet mevcuttur. Yüce Mevla Nisa suresinin 135. ayetinde şöyle ifade buyuruyor. Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Bu ayeti Kerimeden hareketle adalet ölçümüzün nasıl olması gerektiği konusu tam manasıyla bizlere sunulmuş oluyor. Bırakın yabancı birine iltimas geçmeyi, onu kayırmayı, işin merkezinde en yakınlarımız bile olsa asla duygusallığa kapılıp Allahın emrini askıya alıp adaletsizlik yapmamalıyız.
            Unutmamalıdır ki kullarına hak ve adâleti emreden Allah Teâlâ, dâimâ mazlumların yanındadır. Dünya âleminde hak, hukuk ve adâleti çiğneyerek yakayı kurtardığını zannedenler, bir gün “Hâkimlerin Hâkimi” Allah Teâlâ’nın huzûrunda boyun büküp hesap vereceklerdir. Diyebiliriz ki hak ve adâlet bahsinde en büyük hesabı, varlıklar içerisinde insanoğlu verecektir. Çünkü insan, yaratılmışların en şereflisi olarak bütün varlıkların kendisine âmâde kılınması dolayısıyla onların hak ve hukuklarının sorumluluğunu da üzerine almıştır. Yani insan, sadece kendine âit hakları değil, bütün varlıkların haklarını korumakla da vazifelidir. Yani bitkilerin de, hayvanların da, eşyanın da haklarını koruma mes’ûliyeti, insana âittir.
            Hz Peygamberin hayatında da adalet, hem nasihat noktasında  hem de adaleti bihakkın yerine getirme noktasında büyük yer tutmaktadir. Hz peygamber bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır.  Hükmünde, ailesine karşı ve velayeti altında olanlar hakkında adil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler. (Müslim, Sahih, İmaret 5 (1827) c.2 s. 1458) Peygamber a.s nin adaleti titizlikte ayakta tutan müstesna bir şahsiyet olduğunu yine hadis kaynaklarımızdan görmek pekala mümkün. Şöyle ki: Bir gün Kureyş kabilesinden asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. 0 kadını cezalandırmaması için Ashabtan Üsameyi Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma kızan ve üzülen Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.(Buhari, Sahih, Hudud 11 c.8 s. 16) Hz. Peygamberin yaşanan bu hadise karşısında göstermiş olduğu duruş onun adalete ne kadar ehemmiyet verdiği ve ümmetine her konuda olduğu gibi bu hususta da en güzel örnekliği teşkil ettiğini bizlere gösteriyor.
            İlhamını Kuran ayetlerinden ve Hz Peygamberin ahlakından alan biz müminlere düşen görev her konuda olduğu gibi adalet konusunda da Kuranın çağrısına kulak vermek ve peygamber a.s nin örnekliğini rol model almaktır. Kendi aleyhimize, anne babamızın ve en yakınlarımızın aleyhine bile olsa adaletten sapmamak en temel vazifemiz olmalı. Yüce Allah her birimize bu ulvi hasleti kuşanabilmeyi nasip eylesin.

Günün Fetvası:  

İçki, kumar gibi haramları işleyen kimseye zekât ya da fitre verilebilir mi?

Zekât, Tevbe sûresinin 60. âyetinde sayılan başta yoksullar olmak üzere sekiz sınıf insana verilir. Dolayısıyla bu görevin yerine getirilmesi sırasında dinî hassasiyeti olan fakirlere öncelik verilmesi tavsiye edilirse de müslüman olmak kaydı ile bazı haramları işleyenlere de verilebilir.

Gayrı meşru işler yapan ve verilen zekâtı bu işlere harcayacağı tahmin edilen yoksul bir kimseye ailesinin ihtiyaçlarını göz önüne alarak zekât vermek gerektiğinde, zekâtın nakit olarak değil de gıda veya giyim eşyası olarak verilmesi uygun olur.

Esma-ü’l-Hüsna:

Zâhir; varlığı apaçık demektir.

Allah Teâlâ, varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delil bulunması açısından aşikârdır. Her şeyin üstünde olan, her şeyden yüce olandır. Allah’ın varlığı o kadar açıktır ki insanın gördüğü her şey, ibret nazarıyla baktığı takdirde onu, Allah’a götürür. “Zâhir” ismi, “Bâtın” ismiyle beraber değerlendirilmelidir.

Bâtın kelimesinin masdarını oluşturan batn ve butûn “gizli olmak; bilmek, bir şeyin iç yüzüne ve bir kimsenin sırlarına vâkıf olmak” mânalarına gelir. Batn veya butûnun karşıtı olan zuhûrun mânaları içinde de “açık ve âşikâr olmak”, ayrıca “muttali olmak” gibi anlamlar vardır.Allah Teâlâ, gizlidir. Çünkü O, gözle görülemez, künhüyle bilinemez. İnsan, her şeyiyle sınırlıdır. Allah ise, sınırsızdır. Sınırlı olan sınırsız olanı idrâk ve ihâta edemez. “Bâtın” ismi, “Zâhir” ismiyle beraber değerlendirilmelidir.

Veliyy; dost ve yardımcı demektir. Allah Teâlâ, sevdiği kullarının dostudur. Onlara yardım eder; sıkıntılarını, darlıklarını giderir; ferahlık verir. Dünya ve âhiret işlerinde başarıya ulaştırır. Mü’minlerin yardımcısı ve koruyucusudur. Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcı yoktur.

Müteâlî; Sözlükte “şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olmak” mânasındaki alâ’ veya ulüv kökünün “tefâul” kalıbından türeyen müteâlî kelimesi “izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan” demektir. Râgıb el-İsfahânî, aynı kökü teşkil eden alâ’ ile ulüv arasında fark gözeterek birinci kullanımın mekânlar ve cisimler için “yükselmek”, ikincisinin ise “mertebesi yüce olmak” anlamına geldiğini söyler ve kavram zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiğinde, “kimsenin O’nun mahiyetini anlatamayacağı, ârifler de dahil olmak üzere hiç kimsenin ilim ve irfanının künhünün bilgisine ulaşamayacağı” mânasında olduğunu belirtir (el-Müfredât, “ʿalâ” md.).

Ramazan Sözlüğü:

Farz :      Allah veya Resûlü’nün, sübûtu ve delâleti kesin olan delillerle emrettiği fiillere “farz” denir. Buna göre farzlar, başka anlama gelme ihtimali bulunmayan âyet, mütevâtir veya meşhûr hadis, ya da icmâ gibi kesin delillerle sabit olur. Beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucu tutmak ve şartlarını taşıyanlar için zekat vermek ve hac yapmak bu niteliktedir. Bunların farz oluşu konusunda, hem açık âyetler vardır, hem de Hz. Peygamber’in mütevâtir veya meşhur hadis gücünde söz ve uygulamaları bulunmaktadır.
Farzın hükmü: Yapılması kesin olarak gereklidir. Terk eden dünya ve ahirete ait bir yaptırımla karşılaşır, farz olduğunu inkâr eden dinin sınırları dışına çıkar.
Farzlar; farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Farz-ı ayn: Her yükümlü Müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Bir kısım insanların işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Beş vakit namaz, ramazan orucu, zekat ve hac böyledir.
2. Farz-ı kifâye: Yükümlü müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen şeylerdir. Bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur. Savaşa katılmak, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek, şahitlik yapmak, iyiliği emredip kötülüğe engel olmaya çalışmak, toplumun ihtiyacı olan sanatları öğrenmek ve cenaze namazı kılmak gibi emirler bu niteliktedir. İslâm toplumundan bazı kişi veya gruplar bunları yerine getirince diğerlerinden sorumluluk kalkar. Farz-ı kifayenin sevabı yalnız onu işleyenlere aittir. Toplumda, bu farzı kimse yerine getirmezse, bütün toplum günahkâr olur.
Ancak bazı durumlarda kifaî vacip, aynîye dönüşebilir. Meselâ; bir yerde tek doktor varsa, hastaya müdahale etme görevi ona aynî farz olur. Yine bir olayı tek kişi görmüşse şahitlik yapması gerekir.


Kıssadan Hisse  / Ben O’yum

Zamanın birinde iki arkadaş aynı mektepte okumuş, birbirlerine hep yarenlik etmişler. İstikbal için de aralarında anlaşmışlar: Kim ileride hatırı sayılır bir iş sahibi olursa diğerinin işini de görecek, ona kol kanat gerecek. Bir de parola belirlemişler, olur ya yıllar geçince birbirlerini tanıyamaz hâle gelirlerse işi olan diğerinin yanına geldiğinde “Ben o’yum!” diyerek kendini tanıtacak.

Yıllar yılları kovalamış, arkadaşlardan biri İstanbul’da makam sahibi olmuş. Diğeri ise tahsilini yarıda bırakıp köyünde çiftçilik yapmış. Köyde oturan oldukça sıkıntılı zamanlar geçirmiş. Yine öyle bir anında arkadaşı aklına gelmiş. Birbirlerine verdikleri sözü düşünmüş ve hazırlanıp İstanbul’a gitmeye karar vermiş. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra sorup soruşturarak yerini öğrendiği arkadaşının yanına varmış. Odasına girer girmez selam verip “Ben o’yum!” demiş.

Arkadaşı hiçbir tepki göstermeden elindeki kâğıt kalemle uğraşmaya devam etmiş. Bir süre sonra başını kaldırıp bakmış ve “Sen o’sun belli ama ben artık o değilim!” demiş.








 

Maski 2 ton suyu 1 tl. Yaptı

Manisa Gazeteciler Cemiyet’inden ilk kutlama ziyareti Balaban’a oldu

BAŞKAN BALABAN YUNUSEMRE'NİN U16'LARINI AĞIRLADI

Manisalı İrem Öncü'ye Milli Gurur

Manisa’nın Sancaklı bölgesinde kiraz hasadı başladı.

Ramazan-29

Ramazan-28

Ramazan-26

  • Cumartesi 16.7 ° / 11 ° Şiddetli yağmurlu
  • Pazar 22.2 ° / 8.4 ° Güneşli
  • Pazartesi 23.7 ° / 8.7 ° false

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.