Manisa İl Müftülüğü 2022 Ramazan Sayfası Hazırlayan: Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi
16.04.2022 Cumartesi (15 Ramazan 1443)
Günün Ayeti:
“Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaadlerini) asla değiştirmediler. (Böyle oldu ki) Allah, sözünde duranları sadakatleri sebebiyle ödüllendirsin, münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın! Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.” ( Ahzab, 33/22-23)
Günün Hadisi:
“Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin.” (İbn Hanbel, V, 323)
Günün Duası:
“Ey Rabbimiz! Bize arttır da eksiltme, bizi şereflendir de hor ve hakir kılma, bize ver de mahrum bırakma, bizi seç de üzerimize ihtiyar etme. Bizden razı oluver bizden kabul eyle.”
Günün Makalesi:
HZ PEYGAMBER VE VEFA TOPLUMU / Hüseyin DİRGİ / Akhisar Din Hizmetleri Uzmanı
Vefa; vaadinde durma, sevgi, dostluk ve sadakatte sebat etme, kendini sevenleri, kendisine iyiliği dokunanları unutmama, dostlarıyla alakayı kesmeme gibi anlamlara gelir. Bu güzel vasıflara sahip olan kimseye de vefakâr ya da vefalı denir. Vefanın zıttı nankörlüktür. Vefakârlık; kadir kıymet bilmek, kendisine yapılan iyiliği unutmamaktır. Nankörlük ise iyiliğin kıymetini bilmemek ya da kendisine yapılan iyiliğe kötülükle mukabelede bulunmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde kâmil müminlerin özellikleri zikredilirken onların ahde vefa gösterme özelliklerine dikkat çekilmektedir. Ayrıca Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, kendisine kulluktan anne babaya hürmete, antlaşmalara uymaktan yetim malını himaye etmeye kadar birçok konuda vefayı anımsatmakta ve bizlere model olarak sunduğu tüm peygamberlerin en sarih vasıflarından birinin vefa olduğunu bildirmektedir.
Bize her konuda yol gösteren sevgili Peygamberimiz vefakârlık konusunda da bizlere en güzel örnek olmuştur. Ömrü boyunca vefakârlığı bir erdem olarak öğreten ve yaşatan Hz. Peygamber (s.a.s.), inanan inanmayan herkes tarafından vefalı bir insan olarak bilinmiştir. En zor durumlarda bile onun hiçbir ahdine vefasızlık yaptığı görülmemiştir. O, gerek Allah’a kullukta ve nimetlerine şükürde gerekse insani tüm ilişkilerinde hep vefalı olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz eşlerine karşı da son derece vefakârdı. Vefat etmiş olan eşi Hz. Hatice validemizi de hep hayırla yâd ederdi. Hatta onun arkadaşlarına bile saygı gösterir, ikramda bulunurdu. Bir defa yanına gelen bir yaşlı hanıma fazla ikramda bulunmuştu. Bunun sebebini soranlara: “Bu kadın Hatice (r.a.)’nin sağlığında bize gelir giderdi.” diye cevap vermişti
Hz. Peygamber (s.a.s.) İslam’a hizmet etmiş olanlara karşı da her zaman vefalı davranmıştır. Onların hizmet ve iyiliklerini asla karşılıksız bırakmamış, üzerinde emeği olan hiç kimseyi unutmamış, hayatı boyunca onlara hep vefa göstermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), şehit düşenleri de unutmamıştır. Geride kalan yetimlerinin yetiştirilmesini, dul kalan hanımlarının ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamaya çalışmış, ashabını da bu konuda teşvik edip yönlendirmiştir. İyiliğini görüp ahirete irtihal etmiş tüm insanları hayırla yâd eden Hz. Peygamber (s.a.s.), onların geride bıraktıklarına sahip çıkarak himaye etmiştir.
Vefakâr kimseler dostlarını, kendilerine iyilikte bulunanları asla unutmazlar, zamanı gelince onlara en güzel şekilde karşılık verirler. En büyük vefakârlık, insanın Rabbini tanıması, verdiği nimetlerin kıymetini bilmesi, O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmesidir. En büyük nankörlük de kulun Rabbini inkâr etmesi, verdiği nimetlere şükretmemesidir. İnsan daha varlık sahnesinde meydana gelmeden hayatının en büyük ahdini, en büyük sözünü Rabbine vermiştir. Yüce Allah’ın elest bezminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına: “Evet (buna) şahidiz.” (A’raf, 172) diyerek karşılık veren insan, böylece ağır bir emanet ve sorumluluk yüklenmiştir. İnsanoğlunun verdiği bu söz, sıradan bir söz değildir. Yaratıcısına verdiği bir ahittir, sözleşmedir. Varoluşumuzun anlamı, verdiğimiz bu ahde bağlılığımızda bulunmaktadır. Rabbimize karşı vefadan sonra âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber (s.a.s.)’e vefa gerekir. Çünkü o, (s.a.s.) bize sonsuz mutluluk yolunu gösterdi, biricik kılavuzumuz oldu. Ona vefamız; muhabbetle bağlanmak, yaşantısını hayatımıza aktarmak, adı anıldığında hayır ve salavat ile anmakla olmalıdır. Rabbimiz ve peygamberimizden sonra ise anne-baba, vefaya en layık insanlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de anne-babaya iyi davranılması emredildikten sonra, onlara gösterilmesi gereken vefa şöyle gerekçelendirilmiştir: “Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” diyerek dua et.” (İsra, 24.) Vefatlarından sonra bile, onlara dua etmek, varsa sözlerini yerini getirmek, dostlarını arayıp sormak vefalı bir evlat olabilmenin önemli kıstaslarıdır. Anne-babadan sonra akraba, eş dost, komşular, öğretmenler, iş arkadaşları, çocukluk arkadaşları, askerlik arkadaşları gibi sosyal gruplar gelir. Bunlara da vefa göstererek arayıp sormak, özellikle hastalık ve ölüm durumlarında acılarına ortak olmak ve dua etmek vefa gereğidir. Dostlukların, arkadaşlıkların kalıcı ve güçlü olması için karşılıklı vefalı olmak gerekir. İyi ve kötü gününde dostlarını yanında göremeyen insanlar, dostluğa dair inançlarını kaybederler.
Mesnevî Şerhi’nde şöyle bir olay anlatılır: Mervli biri, ticaret için seyahate çıktıkça her defasında Iraklı birine konuk olur, en güzel şekilde ağırlanır, kendisine izzet ve ikramda bulunulur, yer içer, giderken de: “Ah sen de bir bize gelsen, biz de seni ağırlasak” dermiş. Tesadüf bu ya, Iraklının da bir sefer yolu Merv’e düşmüş, kendisine devamlı gelip giderek konuk olan ve her defasında davet eden dostunu hatırlamış, doğruca ona gitmiş. Fakat Mervli, Iraklıyı tanımazlıktan gelmiş. Adam ‘her halde beni yolcu elbisemle gördü o yüzden tanımadı’ demiş, külahını, elbisesini çıkarmaya başlamış. Mervli:“Boşuna uğraşma, derini bile yüzsen, ben seni tanımıyorum.” demiş, (Abdülbâki Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi, III, 111-112.) böylece kendisinin karakterini ortaya koymuş. Sonuç olarak çevremizde ne kadar vefasız insanlar olursa olsun, bunlar bize emsal oluşturmamalıdır. Rabbimize, peygamberimize, ailemize ve çevremize vefalı olmak, hem bu dünyada, hem de ahirette mutlaka karşılığını bulacaktır. Böyleyken, bu dünyada bazen hiç karşılık görmesek dahi, Allah rızasını kazanmak için her zaman vefalı olmaya değmez mi?
Günün Fetvası:
Teravih namazını cemaatle kılmanın hükmü nedir? Nafile namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu hâlde, teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Peygamberin (s.a.s.) uygulamasıyla sabittir. Nitekim Hz. Peygamber teravih namazını birkaç defa cemaate kıldırmış, ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaate kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî, Salâtü’t-Teravih, 1; Müslim, Salâtü’-Müsâfirîn, 177).
Hz. Ömer halife olunca, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha uygun olacağını düşünmüş ve sahabeyle istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Halkın vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce, “Ne güzel bir âdet oldu” diyerek memnuniyetini belirtmiştir (Buhârî, Salâtü’t-Teravih, 1). Hz. Ali de, bu uygulama sebebiyle “Ömer mescitlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allah da Ömer’in kabrini öyle nurlandırsın.” (Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XII, 576) diye dua etmiştir.
Esma-ü’l-Hüsna:
Gafûr; günahları bağışlayan; affeden demektir. Allah Teâlâ, bağışlaması bol olandır. Kulun günahı ne kadar çok olursa olsun Allah Teâlâ, bunları meydana çıkarıp kulunu rezil ve rüsvay etmez, bunları örter ve gizler. Kulun, işlediği günahları ve suçları bağışlar. Sonsuz mağfiret edici ve bağışlayıcıdır. Bu isimden nasip alan kul, daima istiğfâra yönelir. Şahsına yapılan haksızlıkları bağışlar. Kin tutmaz.
Şekûr: Sözlükte “yapılan bir iyiliğin sahibini övgü ile anmak” mânasındaki şükr (şükrân) kökünden türeyen şekûr “çokça teşekkür eden” demektir. Allah’a nisbet edildiğinde “az da olsa kulun iyi bir ameline fazlasıyla karşılık veren” anlamına gelir (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 493; Kāmus Tercümesi, II, 446).
Aliyy; Pek yüce, pek yüksek demektir. Allah Teâlâ, insan tasavvurunun tahayyül edeceği her şeyden daha büyük, daha yüce ve daha yüksektir. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından O’ndan daha yüce bir varlık yoktur. O’nun yüksekliği cisimlerin sahip olduğu türden değildir. Yücelik ve üstünlük bakımındandır.
Ramazan Sözlüğü:
Enderun Usûlü Terâvih:
'Seçilmiş güzel sesli müezzinler tarafından, teravih namazının tervihalarında (dört rekât aralarındaki dinlenmeler); ramazanın ruhuna uygun, namazın huşusunu artıracak makam geçkileriyle icra etmek için değişik makamlarda eserler, ilahiler okunması ve salat’u-selam okunmasıdır. Buradaki diğer bir ayrıntı ise müezzinlerin okuduğu makama uygun olarak imam hatibin, bir sonraki dört rekâtı o makamda kıldırmasıdır. Bazen de imam makam değiştirir ve bu defa müezzinler o makama uygun ilahiler okurlar.' Bu teravih usulünü ilk başlatanlar Enderun Mektebi hocaları olduğu için bu adı almıştır.
Kıssadan Hisse: Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış. Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini... Söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlaşmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.…Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar. “Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş. Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince; Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş. Hemşireler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar. Adam cevaplamış: “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum”